CUNEYDİ BAĞDADİ K.S DİYOR YA'EVLİYAULLAHIN VE ALİMLERİN HAYATI CENABI HAKKIN ORDULARINDAN BİR ORDUDUR'.GÖNÜLLERDE TESİR BURAKIRLAR.BU SİTE OKUYANLAR AİLESİNE VE İLMİ SEVEN EHLİ İLMİN TÜMÜNE İTHAF OLUNUR,BURADA OKUYAN VE YAZICI AİLELERİNİN ALİMLERİNDEN BAZILARI BAHSEDİLİYOR.OKUYAN VE YAZICI AİLELERİ AMCA ÇOCUKLARIDIRLAR ZİRA AİLE BAĞLARI SEYDAYE MOLLA ABDULLAHTA BİRLEŞİR.SEYDA MOLLA ABDULLAH HEM OKUYANLAR HEM YAZICILARIN DEDESİDİR
HUDA BES BAKİ HEVES
ESSELAMU ALEYKÜM VE RAHMETULLAHİ VE BEREKATUHU
ALİMİ RABBANİ MÜRŞİDİ SEMADANİ SEYDA MOLLA SADULLAH EL MOLLA BEYREMANİN MAKBERİ (K.S)
SEYDA HAZRETLERİ(K.S) BİNGÖLÜN SOLHAN İLÇESİNİN MOLLA BEYREMAN KÖYÜNDENDİR YILLARCA TEDRİSAT VE İRŞAD İLE MEŞĞUL OLMUŞTUR,BİZ OKUYANLAR AİLESİNİN CEDDİDİR. ÇOK BÜYÜK ALİM VE AYNI ZAMANDA BÜYÜK BİR MÜRŞİTTİR.
وقال سيدا ملا خالد لمدح الشيخ عبدالله الملكاني شعرا فارسيا : ژ هندستان حتى تبريز * كو شيخ عبدالله داري فوز
شيخ عبدالله شيخك كامله * هم عالموهم عامله
هم مرشدك پر كامله * قامة خوشو سيما لبال
شيرين كلامو بي مثال * اوچه دردك بي دواي
SEYDAYE MOLLA HALIDIN ŞEYH ABDULLAHİ MELEKANA FARSÇA ŞİİRİ VE MEDHİYELİ NAZMI:
HİNDİSTAN DİYARINDAN TİBRİZ DİYARINA KADAR
ŞEYH ABDULLAH FEVZ DİYARIDIR
ŞEYH ABDULLAH KAMİL BİR ŞEYHTİR
HEM AMİLDİR HEM ALİMDİR
SADIK BİR MURŞİDDİR
SİMASININ YÖNÜSIRA BOYUDA GÜZELDİR
ŞİRİN KELAMLIDIR MİSALİ YOKTUR
AH NE DERMANSIZ BİR DERTTİR
NOT:BURDA SEYDAYE MOLLA HALİDİN AH NE DERMANSIZ BİR DERTTİR DEMESİNDEKİ ESAS AMAÇ VE MAKSAD ŞEYH ABDULLAH EFENDİNİN ASILMASINA İŞERET ETMEKTİR.
ÜÇ MESELE
İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri r.a. hac için yola çıkıp Medine'ye ulaştığında karşılaştığı Seyyid Muhammed Bâkır Hazretleriyle arasında şöyle bir konuşma geçer. Seyyid Muhammed Bâkır:
-Sen kendi aklınca kıyas yaparak Peygamber dedemin dinini ve hadislerini değiştiriyorsun der.
-Böyle bir şey yapmaktan Allah'a sığınırım efendim. Lütfen oturunuz. Rasulullah'a olduğu gibi benim size de hürmetim var der İmam-ı Azam. Seyyid Muhammed Bâkır'a yer gösterir. Her ikisi de yerini aldıktan sonra Ebu Hanife Hazretleri söze başlar:
-Üç mesele soracağım. Birincisi şu: Erkek mi daha güçsüz kadın mı?
-Kadın erkekten güçsüzdür.
-Mirasta adamın payı kaç kadının kaçtır?
-Erkeğin mirastaki payı iki kadının birdir.
-İşte bu ceddin Peygamber s.a.v.'in sözüdür. Eğer onun dinini değiştirmiş olsam benim akıl ve kıyas yoluyla kadın daha zayıf olduğu için ona iki pay erkeğe bir pay düşer derdim.
Ebu Hanife Hazretleri tekrar sorar:
-Namaz mı daha üstün oruç mu?
-Namaz oruçtan üstündür.
-İşte bu da deden Rasulullah'ın sözüdür. Eğer ceddinin dinini akıl ve kıyasla değiştirmiş olsaydım âdet halindeki kadının kılamadığı namazları kaza et mesini orucu kaza etmemesini emrederdim.
Ebu Hanife Hazretleri üçüncü soruyu sorar:
-Sidik mi daha pis meni mi?
-Sidik meniden pistir.
-Eğer deden Peygamber s.a.v.'in dinini kıyasla değiştirmiş olsaydım sidikten dolayı gusletmek gerektiğini ve meniden dolayı da sadece abdest almak gerektiğini söylerdim. Fakat akıl ve kıyasla bu dini değiştirmekten Allah'a sığınırım.
Seyyid Muhammed Bâkır Hazretleri yerinden kalkar ve Ebu Hanife'yi kucaklar. Tebrik edip ona ikramda bulunur.
Keramet Talebi
Bayezid-i Bestami (k.s.) Hazretlerinden bir talebesi keramet talebinde bulunur. Hz.Şeyh:
- Biz onu çoban Abdullah'a verdik. Git sana göstersin diye gönderir.
Bu talebe çobanın yanına geldiğinde elindeki çomağı kırıp sağına soluna diken çoban çubuklardan meyve veren üzümleri göstererek:
- Şu sağımdaki beyaz üzüm benim amelim şu siyah üzümde senin amelinin sonucudur.
Talebe o anda sürü etrafında gezen ve koyunlara ziyan vermeyen kurtlara bakarak:
- Kurtla koyun ne zaman barıştı ? diye sorar
Çoban:
- Allah ile çobanın barıştığı zaman diye cevap verir.
ÜÇ SUÂL VE BİR CEVAP
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler Şems-i Tebrîzî;
"Sorun!" buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı.
Sormaya başladı:
"Allah var dersiniz ama görünmez göster de inanalım."
Şems-i Tebrîzî hazretleri;
"Öbür sorunu da sor!" buyurdu.
O;
"Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi.
Şems-i Tebrîzî;
"Peki öbürünü de sor!" buyurdu.
O;
"Âhirette herkes hakkını alacak yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar karışmayın!" dedi.
Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci derhâl zamânın kâdısına gidip dâvâcı oldu.
Ve;
"Ben soru sordum o başıma kerpiç vurdu." dedi.
Şems-i Tebrîzî;
"Ben de sâdece cevap verdim." buyurdu.
Kâdı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı:
"Efendim bana Allahü teâlâyı göster de inanayım dedi. Şimdi bu felsefeci başının ağrısını göstersin de görelim."
O kimse şaşırarak;
"Ağrıyor ama gösteremem." dedi.
Şems-i Tebrîzî;
"İşte Allahü teâlâ da vardır fakat görünmez.
Yine bana şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı.
Yine bana;
"Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz." dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?" buyurdu.
Felsefeci bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup söz söyleyemez hâle düştü.